BOŞ TARAFINIZI ALLAH İLE DOLDURUN!..

Boş tarafınızı ALLAH ile doldurun!

Zaten doludur amma, sen farkında değilsin.

Bunu aslen diyoruz.

İçini Nûr-u Resûlullah ile yıka!

Her şey kâinatta o nûr'dan halkedilmiştir.

Herkesin deniz feneri olması kolay iş değildir.

İşte Anadolumuzdaki bu gibi deniz fenerleri, ışık menba'aları: Hacı Bayram-ı Velî. Hacı Bek taş-ı Velî. Hacı Şaban-ı Velî. Hudaî. Şeyh Vefâ. Şeyh Yahya hazretleri saymakla bitmez... Vardı.

Fenerleri sönmedi. Sönmez de...

Resûlullahın "M" harfiyle başlayan mübârek ismi HAKK tarafından konulmuştur. HAKK'ın ilk yarattığı Kendi Nûrundan Nûr'un ismidir.

Kâinatın kurulmasındaki kudret-i ilâhîyyenin tecellîsi bu Nûr'dan süzülerek husul bulmuştur.

Her şey kâinatta bu nûrdan halk edilmiştir.

Ve sonra "Su" Halkedilmiştir.

Suyun neden halkedildiği bildirilmemiştir.

Bilen varsa da kelâma gelecek izah ve sözü yoktur.

Resûl-ü Ekrem'in Cesed-i mübâreklerinin yani insan olarak ismi "Mustafa"dır. Resûl-ü Ekrem Mi'rac'da Kudüs'e kadar "Abid" olarak teşrif ettirilmiş yâni insan olarak "Mustafa ismi ile anlatılan" insaniyyetiyle...

Ondan sonra âdemiyyet hamulesiyle teşrif etmiştir.

Mevlüd'de bunu çok güzel bir sûrette ifade edilmiştir.

Sidretü'l-Münteha da Cebrail Resül-ü Ekrem'e refakat etmemiştir.

"Ref Ref" gelerek Resûl-ü almıştır.

Ref ref ALLAH'ın bir sırrıdır.

Ref ref döşek demektir.

Fakat bu başka döşek.

Ondan sonra :

"Şeş cihetten emrolundu Yâ (M) gel beru!" bu Resûl'ün hakikatine Nûruna hitaptır. Bir ok yayı kadar yanaşmıştır.

Çünkü "Hakıkat-i Resûl" Mekân âleminde tahdid edildiği ve insaniyyette tecellî ettiği için tanrılık olmasın diye Kul olduğu içindir.

HAKK'ın sonra Resûl-ü Ekreme Hitabı "Mustafa" olarak zikredilmiştir.

"Mustafa'ya söyledi bir iştiba" Kuluna hitabdır.

"Rahmeten li'l-âlemin" memuriyet vazifesine hitabdır.

Mevlüdün en büyük manevî değeride buradadır.

Dünyada, bugün Resûl-ü Ekrem'den yardım talebi de:

"Yâ Ebal Kasım!" diye niyaz şeklinde olur.

Veya: "Yâ Seyidî! Yâ Resûlullah!" tarzında olmalıdır.

"Yâ M!" şeklinde yapılması edep dışıdır.

Çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Selavat-ı şerifelerde böyledir;

Dikkat edilmesi lâzımdır.

Bu gibi elfaz söylemek abdestsiz kattiyyen doğru değildir.

Hatta adi kelâm bile doğru değildir.

Söylediklerimi yapabilirsen bana âhirette bile dua edersin...

Yapmazsan bildiğin gibi yap!..

Kimseyi zorlamak hakkımız yoktur.

Bunlar ince nazik mes'elelerdir.

Dokunmağa, örselemeye gelmez.

Bu sözlerimizi tasma gibi boynuna takma gönlüne koy!..

İnsan oğlunun gönlünde bunun yerini ALLAH çoktan halketmiştir.

Bu bilgi işi değildir.

Bu irfan işidir.

Bunu anlarsan yani "irfan" kelimesiyle ne demek istediğimizi kasdediyoruz.... Burada kitap, ma'lumat, ilim diye söylediğin şeyler yoktur, işte bu son cümleyi anlarsan "İRFAN" kapısına yanaşabilirsin...

Yok anlamaz isen kendiliğinden geri itilirsin ve zâhir bilgilerin esaretinden kurtulamazsın...

O zaman, ilerici, gerici kadrosunda kalır, kuru bilgiler, saçma bid'atlarla dolu, tasavvufî sözlerin bir sürü lafların kölesi olur.

Tarikat, Mârifet, Hakikat kelimelerini sakız gibi çiğneyen mürşidlerin uşağı olursun...

Bu asırda her tarafta, her mahallede bu gibi mürşidlerle bir dalalet deryasında çırpınıp durursun...

İçini temizlemeden, hakıki Siyret-i Resûl'e ittiba etmeden, dışını güya manevî âlemde olduğunu, ALLAH'ın emirlerini yaptığını, nehiylerden kaçtığını zannederek etrafına saldırgan hâle geçersin...

Nûrlu insanları da töhmet altına sokarsın...

Diğer taraftan mantık ve akıl ile inanç ve manevî duygulara münakaşa zemini hazırlarsın...

İnanç ve ilâhi mes'eleler mantık ve akıl hududu dışındadır.

En iyisi dışınla görün!

Kimsenin iç âlemine karışma!

"Din lâzım mıdır?" diye bağıranlara cevap verilmez.

"Din niçin lâzımdır?" soran olursa ona aylarca söylenecek söz vardır.

İnsan HAKK' a inanmak mekânızmasıyle yaratılmıştır.

Demek ki HAKK'ın arzusu bu...

Onu harekete geçirecek adam ara...

O mekanizmayı o kimse işletir.

Bunların hiçbirini yapamazsa sükut et.

Buda gaflettir.

Senin için İyidir.

Gaflet, anlamayanlar için daha hayırlıdır.

Saldırgan olmaktan...

ALLAH'ın melekleri mübârektir.

Azrail Ruhu alıp ona refakat eden büyük melek HAKK'ın emrini yapıyor.

Bu insana bir iltifat-i ilâhiyedir.

Azrail'e :

"Evler yıkan, yuvalar söndüren, yetim bırakan, ocakları harabeye çeviren!" diye hitap HAKK'a isyandır.

Hatta küfürdür.

Kimseyi rencide etmek istemiyorum fakat ikâz ediyorum...

Bu hususta son söz şudur:

Cesedinle dünyada.

Gönlün ile sonsuzlukta olmağa çalış!

Fakat bu çok güçtür.

Güç olmasa peygamberlere lüzum kalmazdı...

Buraya erişebilirsen bu hâlinle daima mi'rac'dasın.

Burak önünde. Ref Ref karşında duruyor.

Gönül, ALLAH'ın yeryüzündeki aynasıdır.

Bu ne demektir? Yeryüzü ne demektir?

Senin Cesedin...

"Gönül", Arş ve Kürsi demektir.

Bu ne demektir?

Arş ve Kürsi.

ALLAH sana Şah damarından daha yakındır bunun farkında mısın?..

Arş, Kâinatın kalbi...

Kalb de bizim âlemimizin Arşıdır...

Kalbin iki kapısı vardır. Anatomisi değil haa...

Melekut âlemine, Lâ Mekâna, ALLAH'a bakan kapı...

Lâ Mekâna, melekut âlemine bakan kapı "Levh-i Mahfuz'a" bağlıdır.

Mülk âlemine bakan kapı ceseddeki Ruhun tezahurlarını, duygularını gösteren organlara bağlıdır...

Ben Kulumla işitirim.

Kulumla görürüm.

Ben heryerde hazır ve nazırım.

Yere göğe sığmam, bana inanan mü'min Kulumun gönlüne sığarım.

Ben size şah damarınızdan yakınım...

Bütün bu hadis-i Kudsîler neyi haykırıyor bilir misin?..

Bu kadar sürat...

Ziyâdan, elektrikten daha fazla bir hız...

300.000 + Delta km. saniyede...

İdrakin dışında...

Burada artık mekân zaman mevzuubahis değildir.

"İnsan bu hakıkati bulamayacağını idrak ettiği, aczini anladığı anda ALLAH'ı bulmuştur"...

ALLAH her şeyi muhittir.

Kaplamıştır.

Su içindeki balık nasıl ise...

En küçük atom ki maddenin ötesine madde âlemine bağlayan nokta... hepsi iç içe... Saniyedeki sür'at düşünulemeyecek, idrak edilemiyecek kadar hızlı olduğuna nazaran her şey birbiriyle birlikte kaynamış...

Hepsi HAKK'ın görünür tecellîleridir.

Kudretleri, Güçleridir...

Kâinatta ne varsa hep ALLAH'ı tesbih ederler.

Ediyorlar...

Bu tesbih durduğu dakikada kâinat yoktur...

Her şey HAKK'a dönecektir.

Tesbihi duran her şey HAKK'a dönmüştür.

Her şey fânidir.

ALLAH bâki'dir.

"Burada fâ'ni'dir, bâki'dir." ne demektir?

Fânidir ölüm demek değildir.

Aslına, ÖZÜNE dönecek demektir.

Bâkidir "Asl"ı olan ALLAH'tır.

Güçleri, kudretleri o şeyden çekildimi.

Tesbihatı başka şekle dönmüştür...

Kudret ve kuvvetleri taşıyan, kudrete tahammül edemediğinden fâni olur. Balık denizde ölürse deryada bir değişiklik olmadığı gibi...

ALLAH'ın ne evveli ve nede sonu vardır.

Başlangıçsız vardır.

Sonu olmayan sonsuz bâkidir.

Vardır demektir.

Bu laflar insan aklının son tahammül hudududur.

Bunu anlayanlar...

HAKK'la birliktedirler.

Secdededirler...

Alâk Sûresinin son âyetindeki telâffuz eden ve işiten her insana abdestli olarak kelâm etmeden o anda secde etmesi farzdır.

Bu âyet Mekke'de indiği anda Resûl-ü Ekrem'in yanında bulunan müşrikler bile gayri ihtiyari olarak Resûl-ü Ekrem'in o anda ettiği secdeye hemen iştirak etmişlerdir.

Resûl-ü Ekrem'in Kalbi mübâreklerine inen âyet daha kimse tarafından duyulmamıştı. Kimse ne olduğunun farkında değil.

Sorduklarında :

"Size ne oldu?"

"Bilmiyoruz, bilmediğimiz bir kuvvet bizi secdeye götürdü!" demişlerdir.

Resûl-il Ekrem'in yanlarında beş-on sahabe ve bir çok da henüz iman etmemiş müşrikler de vardı.

Hepisi istisnasız secdeye vardılar...

O secde, şah damarından insana yakın, herşeyi muhit olan HAKK'ın secdesiydi. Bu lâfları düşün okuyan insan...

Muhterem Efendim namaz bu secdenin devamlı olduğunu ikrardır.

HAKK'a yanaşmak değil.

Onunla beraber, O'ndan bir parça bir tecellî olduğunu idrâktir.

"Gözümün Nûru namazdır" Hadis-i Şerif'in anlamı budur.

Cenab-ı ALLAH Kelâmında: "BEN, BiZ" lâfızlarını kullanır.

BEN: Zât-ı Ahadiyetleri.

BiZ : Esmâlarıyle tecellî şekilleri.

VAHİY: Ben, Zât-ı Ahadîyetten sudur eder.

BiZ: Kudret ve güçlerinin devamlı tezahürleridir.

Meselâ: Orucun mükafatını bizzât ben. vereceğim buyrulması.

Hususidir demektir, diğerlerinin mükâfatını kim veriyor...

Burada "Ve ilâ Rabbike fergab" âyetindeki sır gizlidir.

Burada Vahyin şekillerini düşünmek gerek...

Dağ'a vahyettim, BEN Ağaç'a vahyettim, BEN Arı'ya vahyettim, BEN Meryem'e vahyettim, BEN Resûl-ü Ekrem'e vahyettim, BEN Nebilere vahyettik. BiZ Âdem göğe bakarak.

Bütün peygamberler göğe bakarak.

Musa Tur'da alev ve ağaca bakarak.

İsa Tur'da göğe ellerini kaldırarak vahiy alırlardı...

Resûl-ü Ekrem ise zaman ve mekân tayin etmeden her yerde mubârek kalblerine çevrilerek Vahyi Cebrail vasıtasiyle alırlardı...

"...Lâ nüferriku beyne ahadin min rusulih..." âyet-i Kerimesi "BEN" ve "BiZ" lafızlarında gizli HAKK'ın Murad ve Arzu'sundaki hikmetin ifadesidir.

BiZ: Cesed de cari Hay'yın husule getirdiği bütün havas ve hassalar her türlü işleme değişmeyen ahenk...

İrfan : Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)

Ârif : (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

Kepaze : İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan. * Tâlim için kullanılır yay.

Na-çar : f. Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan.

Zoraki : Zorla yaptırma.

Düçâr : Derdine düşmüş.

Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

Nefret : Tiksinmek, ürküp kaçmak. * Birisinin yakını ve akrabası.

Bed-dua : (Bedduâ) f. Bir kimsenin kötülüğü için duâ. Kötü duâ.

teselli : Avunma. Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırma.

Ta'bir : (Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim. * Terim. * Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.

Mekârim-i ahlâk : Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.

Mekanizma : Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.

Tahsil : Hâsıl etmek. * İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak. * Vergi toplamak. * Aşikâre eylemek.

Terbiye : Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

Talebe : (Tâlib. C.) İstekliler. * Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.

Vefat : Ölüm. Ahirete göçme.

Te'sir : Bir şeyde eser ve nişane bırakma. * Vasıfları ve halleri değiştirme. * İşleme, dokuma, iz bırakma. * İçe işleme. * Kederlenme.

Meknuz : Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.

Mübah : (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)

Düstur : f. Umumi kaide. Kanun, nizam. * Örnek, nümune * Üslub. İzin, müsaade. * Mu'teber ve mu'temed kimse. * Destur.

Ulu'l-Emr : Meşru' idareciler.

Velhasıl : Sözün kısası, özü, kısacası.

Derhal : f. şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden.

Abid : İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.

Teşrif : Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.

Mevlüd : Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri. (JJlaII*!] 4-A^.J V]

"Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin : (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)

c ,jâj iiLij v is

"Kellâ lâ nuti'hu vescüd vâkterib : Hayır! ona uyma! ALLAH'a secde et ve yalnızca O'nayaklaş!" (Alak 96/19)

ju ^ jı! ^j ^

"Ve ilâ Rabbike fergab : Ve Rabbine rağbet et!"(İnşirah 94/8)

     44^j j* 4-^' (J.J5Ü *      

"...la nüferriku beyne ehadim mir rusülih,... : ...ALLAH'ın peygamberlerindenhiç birini ayırmayız..." (Bakara 2/285)

Tahdid : Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.

İştibah : Şüphelenmek. Şüphe etmek. * Kolay fark olunmaz derecede benzemek.

Elfaz : (Lafz. C.) Lafızlar. Sözler. Lügatlar.

Nâzik : f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus.

Esaret : Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.

Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.

Töhmet : Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat. * İtham altında olma.

Refakat : Arkadaşlık, beraberlik.

İltifat : Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecekŞüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar.O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.Mehmed Akif Ersoy)

Rencide : f. İncinmiş, kırılmış.

İ'kaz : Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih.

Levh-i Mahfuz : Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı. Telaffuz : Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.

İstisna : Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır: $

İkrar : Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. * Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.

Hususî : Bir şeye aid olan. Herkese âid olmayan.

Cari : Akan, akıcı. * Geçmekte olan. * İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedavil olan.

Husul : Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

Havass : (Hasse. C.) Hasseler. Duygular